Ya barış ya çöküş

Cihan DENİZ yazdı —

  • 31 Mart seçimler sonrasında Türkiye siyasetinde taşların yerinden oynayacağını ve yeni denklemlerin kurulacağını söyleyen iktidara yakın kimi siyasetçiler aslında doğruyu söylemektedir.

Geçen haftaki yazımızda 28 Şubat’ta kamuoyu ile paylaşılan Dolmabahçe Mutabakatı ile Türkiye’nin barış, demokrasi ve özgürlükler açısından büyük bir fırsatı yakaladığı ama bu fırsatın iktidarın tercihleri ile heba edildiği üzerinde durmuştuk.

O dönem topluma hakim olan umut ile bugün toplumun neredeyse tamamına hakim olmuş derin umutsuzluğu ve karamsarlığı karşılaştırarak nasıl bir fırsat kaçırıldığını rahatlıkla anlayabiliriz. O gün toplumun büyük bir kesimi sadece bir asırdır çözülemeyen Kürt Sorunu’nun çözüleceğine, artık gencecik yaşta insanların ölmek ve öldürmek zorunda kalmayacağına dair hayalleri yoktu; aynı zamanda insanlar daha demokratik, daha özgür bir ülkede yaşayabileceklerinin hayallerini kuruyorlardı.

Aynı şekilde, 2014’de dolar kuru, Türkiye’nin insan hak ve özgürlüklere, hukukun üstünlüğüne, ülkenin gelişmişliğine dar endekslerdeki sırası ile bugün gelinen noktanın karşılaştırılması da Dolmabahçe’de kurulan masanın dağıtılmasının bu coğrafyaya neye mal olduğunu çok net ortaya koymaktadır.

Toplumsal sorunların çözümünde silah ve şiddetin yerini demokratik siyasetin alacağının topluma deklare edildiği Dolmabahçe Mutabakatı’nın iktidar tarafından ortadan kaldırılmasının sonucu olarak, ülke total bir krizin içine sürüklendi. On milyarlarca doların savaş ekonomisi için harcanmasına bağlı olarak, dolar kuru 10 yıl içinde neredeyse 15 kat artarak 2,20 seviyelerinden 31 TL’ye yükselmiştir. Ülkenin neredeyse tüm kaynaklarının savaş ve bu kisve altında yandaşlara rant sağlanması için harcanmasının sonucu, ekonomik krizlerin ekonomik ve toplumsal yapının değişmez bir parçası haline gelmesi ve buna bağlı olarak da yoksulluğun her geçen gün daha da ağırlaşmasıdır. Diğer taraftan siyasi alanda yaşanan tıkanmalar ve krizler; diplomatik alanda Türkiye’nin içine yuvarlandığı yalnızlık ve Kürt Sorunu’nundaki çözümsüzlüğe bağlı olarak Türkiye’nin büyük güçlerin müdahalelerine karşı daha açık hale gelmesi; sivil ve demokratik siyaset tercihinin yerini silah ve şiddetin almasına bağlı olarak Türkiye’de demokratik alanın sınırlandırılması, neredeyse en temel hak ve özgürlüklerin kullanılamaz hale gelmesi; şiddet ortamının doğal sonucu olarak, 90’larda da yaşandığı gibi, mafyatik kirli ilişkilerin her alanda hakim hale gelmesi; en önemlisi de binlerce asker, gerilla, sivilin iktidarın tercihi ile girilen çatışmalarda yaşamını yitirmesi de on yıllık sürecin diğer sonuçlarıdır.

Tüm bunların sonucu olarak Türkiye geçtiğimiz 10 yıl içinde dönemsel, geçici değil sürekli bir kriz içine sürüklendi; kriz Türkiye için her alanda ontolojik bir gerçeklik halini aldı. Her açıdan derin bir kriz ve çürüme içinde olan sistem, tüm araç ve kurumları ile işlemez hale geldi. Hatta birçok yorumcunun da belirttiği gibi, Türkiye’de artık bir iyi-kötü işleyen, öngörülebilir bir sistemin varlığından söz etmenin imkanı yoktur.     

Ama anlaşılan tüm yaşananlar yetmemiş olacak ki, iktidar hala varlığını sürdürmenin yolunu şiddete, savaşı derinleştirmekte görmektedir. Emekliye insanca yaşayabilmesi için zam yapacak kaynağının olmadığını söyleyen iktidar, Kürtlere karşı yeni bir savaş sürecinin başlayacağının sinyallerini vermektedir. 

Eğer iktidarın bu tehditleri, her seçim sürecinde sıkıştıklarında, söyleyecek sözleri kalmadığında milliyetçi söylemlerle gündemi değiştirmek için söylenmemişse, gerçekten böyle niyetleri varsa, çok açıktır ki bu yaşanmakta olan krizi daha da derinleştirme, sistemin çözülmesini ve çöküşünü hızlandırmak dışında bir sonuç vermeyecektir.

Bu anlamıyla, 31 Mart seçimler sonrasında Türkiye siyasetinde taşların yerinden oynayacağını ve yeni denklemlerin kurulacağını söyleyen iktidara yakın kimi siyasetçiler aslında doğruyu söylemektedir. Eğer iktidar bu kafada gitmeye devam edip, içte ve dışta Kürt Sorunu başta tüm toplumsal sorunları sadece şiddet, baskı ve sindirme ile çözmeye çalışmakta ısrar ederse, sadece siyasette değil her alanda taşlar yerinden oynamakla kalmayıp bu taşların oluşturduğu tüm duvarlar yerle bir olacak ve tüm sistem bunun altında kalacaktır. 

Bu çöküşün alternatifi ise tekrar barışın sesini hakim kılmaktır. Ve bunun yolu da, bu coğrafyada barışın en güçlü aktörü olan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sona ermesinden geçmektedir. Maalesef barış ve demokrasi güçleri dışında sözde iktidara muhalif kesimlerin neredeyse tamamının anlayamadığı tam da budur. İktidara muhalefetin ondan daha fazla milliyetçilik taslamaktan değil, barış mücadelesinden geçtiğini görmeyen bu sözde muhalefet, tam da bu nedenle, bugün yaşanan tüm krizlerin suç ortağıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.