“Tarih öncesi köpekler”: Göç ve sürgün!
Nurettin DEMİRTAŞ yazdı —
- Şarkılar demez mi, tek korkum var o da ülkemden uzakta ölmek! Bizi böyle hasretle öldüren faşizm değil midir? O halde nerede olursak olalım ülkemizi yaşatalım, renklerimizle, dilimizle, kültürümüzle, mücadelemizle…
Bir kişi, ceza olarak yaşadığı yerden başka yere gönderilmişse bu olaya sürgün denilir. Ülkeden sürülmek, yaşadığı kentten sürülmek gibi…
Hapishanelerde de kendi iraden dışında başka hapishaneye gönderilmişsen buna da sürgün denilir. Sürgün durduk yerde olmaz. Ne kadar fazlaysa o kadar asilik, o kadar baş eğmezlik vardır işin içinde, tıpkı “Tatar Ramazan” gibi…
Aslında siyasiler için çok fark etmez. Çünkü zaten baş kaldırdığı için hapistedir. Hangi memleketin hapishanesinde tutulduklarını umursamazlar.
Ülkeden uzak düşenler için ise her şey çok daha ağır ve acıdır, çok daha derin ve anlamlıdır. Yasayla, cezayla, tehditle, siyasetle, ekonomiyle, kısacası sebep ne olursa olsun adı göç de olsa sürgündür yaşadıkları ve sürekli kanayan bir yaradır.
Kürt, Ermeni, Yahudi, Süryani, Arap tüm bölge halklarının yarasıdır…
Maxmur halkı sayesinde dilimize düşen “penaber” hepimizin ortak yarasıdır. Penaber olmayan var mı ki bu dünyada? Her yer işgal altındayken başka bir hayat tanımı mümkün değil ki.
Bu yüzden, çok genç bir savaşçıyken şehit düşen, Maxmur halkının yiğit evladı Şayan Cudî “penaber” şiirinde; “Ez penaberim. Navê min penaber e. Navê diya min penaber e. Navê bavê min penaber e. Tu penaberî. Em hemî penaberin” diye yazıyordu. Yani “ben mülteciyim, adım mülteci, anamın adı mülteci, babamın adı mülteci, sen de mültecisin, hepimiz mülteciyiz.”
Kendi ülkesinde sürgün hayatı yaşayanlar da mülteci…
Göç ve sürgün kapitalizmin ve milliyetçiliğin soykırım politikasıdır
Türk faşizmi kadar göç ve sürgün politikasını ahlaksızca yürüten ve çok yönlü kazanç sağlayan başka bir ülke dünyada yok: Hem soykırım politikası olarak uyguluyor hem de kamplara doldurduğu mülteciler üzerinden milyar dolarlar kazandığı gibi uluslararası siyasette şantaj aracı olarak kullanıyor, devşirdiklerini ise silahlı çete haline getiriyor. Bu kadar maharet Hitler’de bile yoktu! Toplumu susturacak kadar yalan ve duygu sömürüsünü de sürekli devrede tutuyorlar.
Her an her yerde olay var ama sorgulayan yok!
Akdeniz kıyılarına vuran cesetlerle bile ayaklanmayan bir ülke haline gelmiş Türkiye. Eskiden asit kuyularına atıyorlardı şimdi denizlere…
Denizlerde insan çığlıkları…
Şair ruhlu bir gerilla bu durumu deniz kabuklarından duyulan insan çığlıklarıyla dile getirmiş. Bu bir duyurudur. Avrupa Birliği Sağlık Komitesi’nin kamuoyunu bilgilendirme duyurusudur:
“Hiç kimse Ege ve Akdeniz’deki deniz kabuklarını kulaklarına dayayıp dinlemeye kalkmasın!
Sağlığınız için iyi değildir
Çünkü içinde denizin yumuşak dalgalarının sesi yok
Onun yerine, boğulan insanların çığlıkları var
Kürtçe ve Arapça
Göçmenlerin yardım sesleri, feryatları var…”
Denizin yumuşak dalgaları, serin esintisi, büyüleyici renkleri değil çığlıklar, insan cesetleri gündemdeyken bir anda hiçbir şey olmamış gibi unutturulamaz.
Göç ve sürgün, soykırım dalgası sessizce geçiştirilemez. Dünyanın en büyük göç ve sürgün soykırımcısı Türk devletidir, ancak tüm dünya bu suça ortak olmuştur.
Efrîn, Grê Spî, Serêkaniyê halkını sürgünde tutup yerine çetelerini koyan Erdoğan-Bahçeli faşizminden bunun hesabı sorulmadan, halkın öz toprakları özgür olmadan dünyanın hiçbir yerindeki göçmen sorunu çözülemez.
Halklarımızın etrafını “tarih öncesi köpekler” sarmışken hiç kimse özgür değildir. Herkes sürgündür, herkes göçmen ve mültecidir!
Bir heval vaktiyle ülkeden uzak yerlere doğru uzun bir yolculuğa çıkarken hissettiklerini Cemal Süreyya’nın “sürgün” adlı şiiriyle anlatmıştı. Bu şiir herkesin sürgün hayatının özeti gibidir:
“Bizi bir kamyona doldurdular
Tüfekli iki erin nezaretinde
Sonra o iki erle
Yük vagonuna doldurdular
Günlerce yolculuktan
Sonra bir köye attılar
Tarih öncesi köpekler havlıyordu
Aklımdan hiç çıkmaz
O yolculuk, o havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da
O çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki
Annem sürgünde öldü
Babam sürgünde öldü”
Nerede olursak olalım
Hayatı ülke tadında yaşamak ve ölümü ülkede huzurluca karşılamak varken faşizmin her gün öldüren yöntemi yani göç ve sürgün karşımıza çıkmıştır.
Şarkılar demez mi, tek korkum var o da ülkemden uzakta ölmek!
Bizi böyle hasretle öldüren faşizm değil midir? O halde nerede olursak olalım ülkemizi yaşatalım, renklerimizle, dilimizle, kültürümüzle, mücadelemizle…