AKP, Hobbes ve savaş durumu
Cihan DENİZ yazdı —
- İnsanlar korkusuzca ve başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin olarak hangi haklarını kullanabiliyorlar; düşünce ve ifade özgürlüğü mü, gösteri özgürlüğü mü, örgütlenme özgürlüğü mü? Tüm bunları bir kenara bırakalım, bugün kim güvence altına alınmış bir yaşam hakkından söz edebilir?
Bu hafta, iktidarın hakikatleri nasıl çarpıttığının, varlığını devam ettirmek için nasıl ayak oyunları yaptığının, sırf yandaşlarını biraz da semirtmek adına en temel neden-sonuç ilişkilerini bile nasıl ters yüz ettiğinin ötesine geçelim ve siyaset felsefesinin tozlu sayfalarında biraz geriye gidip, bugün iktidarın geldiği noktayı en önde gelen siyaset kuramcılarında Thomas Hobbes’un (1588-1679) üzerinden okumaya çalışalım.
Tüm devlet kurumlarının ve devlet işleyişinin fiilen ortadan kalktığı Türkiye’deki mevcut rejimi tek bir sözle özetleyebiliriz; güçlü her zaman haklıdır veya başka bir değişle güç hakkı doğurur.
Bugün Türkiye’de güç dışında herhangi bir “meşruiyet” temeli kalmamıştır. Anayasa, yasalar, uluslararası sözleşmeler ve normların, evrensel değerlerin bir hükmü yoktur artık.
Eğer güçlüyseniz hiçbir kısıtlama olmadan her şeyi yapmaya hakkınız vardır; çalsanız da, öldürseniz de kimse size ne hırsız der ne de katil.
“İnsan insanın kurdudur” diyen Thomas Hobbes; “insan doğası, bitimsiz bir güç istenci ile ölüm korkusu arasında salınmaktadır. Bir yandan kendi gücünü abartarak ve beyhude bir gururla sürekli daha fazlasının peşinde koşmaktadır. Daha fazla zenginlik, daha fazla güç, daha fazla şan ve şöhret. Ama aynı zamanda herkes bunların peşinden koşarken, bunları korumanın ne kadar zor ve ölümün ne kadar kolay olduğunun bilincindedir.” der.
Hobbes, böylesi insanların aralarında herhangi bir iktidar ve devlet ilişkisi olmadan bir araya geldikleri durumu doğa durumu olarak tanılamaktadır.
Hobbes’a göre doğa durumunun en önemli özelliği, doğru ve yanlışın ne olduğuna ilişkin herkesi bağlayan kuralların veya ilkelerin yokluğudur.
Genel doğruların yokluğunda doğru ve iyi kişi için yararlı olandır, amaçlarına hizmet edendir; tersine kötü ise kişi için zararlı olandır, amaçları önünde engel teşkil edendir.
Aynı zamanda doğa durumu herkesin her şey üzerinde eşit hakka sahip olduğu bir durumdur. Fakat güç ve hakkın aynı anlama geldiği doğa durumunda, insanlar haklarını ve sahip olduklarını ancak güçleri oranında aynı şeyler üzerinde hak iddiasında bulunan başka inşalara karşı onları savunarak kullanabilirler.
Tüm bunların sonucu ise Hobbes için doğa durumunun bir savaş durumu olmasıdır; o ünlü belirlemesi ile doğa durumu herksin herkesle savaşıdır.
Tüm bunlardan çıkış ise Hobbes için insanların kendi aralarında yapacakları bir toplumsal sözleşme ile her şey üzerindeki haklarından feragat ederek devleti meydana getirmeleridir. Bu sözleşme özgürlük ile güvenlik arasında yapılan bir takastır.
Ama güvenlik Hobbes için, sanılanın aksine, sadece yaşam hakkı ile ilgili değildir. Güvenlik aynı zamanda insanların özgürlükleriyle ve haklarıyla ilgilidir.
Hobbes için devlet, vatandaşlarının özgürlüklerini ve haklarını güvence altına almak için vardır. Devlet, insanların doğa durumunda güven içinde kullanamadıkları haklarını kullanabilmesinin garantisidir.
Bundan dolayı da özgürlüklerin ve hakların ortadan kaldırılması aynı zamanda devletin de ortadan kalkması ve insanların hakları ve özgürlükleri için sürekli bir savaş içinde oldukları doğa durumuna geri dönülmesi anlamına gelmektedir.
Bugün Türkiye’de olan tam da budur. Bu coğrafyada adaletten ve hukuktan bahsedebilir miyiz?
İnsanlar korkusuzca ve başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin olarak hangi haklarını kullanabiliyorlar; düşünce ve ifade özgürlüğü mü, gösteri özgürlüğü mü, örgütlenme özgürlüğü mü? Tüm bunları bir kenara bırakalım, bugün kim güvence altına alınmış bir yaşam hakkından söz edebilir?
Tüm bu soruları sormamızın altında yatan sebep çok basittir; bugün iktidar olanların bitmez tükenmez güç isteği.
Özellikle de her tür denetim ve kontrol mekanizmasının tamamen ortadan kaldırıldığı, her şeyin tek bir merkezin alacağı kararlarla belirlendiği “Türk tipi başkanlık sistemi” ile iktidarda olanlar, sınırsız bir güç arayışına girişmiştir.
Biricik meşruiyet nedeni olan vatandaşlarının hak ve özgürlükleri olduğunu unutarak, en temel hak olan yaşam hakkı başta olmak üzere, vatandaşların tüm temel haklarını ve özgürlüklerini ortadan kaldırma pahasına bunu elde etmeye çalışmıştır.
Bunun sonucu olarak bugün bu coğrafyada, en dar anlamıyla bile olsa hukuktan ve adaletten bahsetmenin imkânının olmadığı, haklı olmak için güçlü olmanın yeterli olduğu ve iktidar ve çevresindekiler dışında kimsenin hak ve özgürlüğe sahip olmadığı bir durum yaşanmaktadır.
Yani artık en kötü anlamıyla bile olsa bir devletten söz etmenin imkânının olmadığı bir doğa durumuna dönüş söz konusudur.
Daha da açık ifade etmek gerekirse, bitip tükenmez bir iktidar açlığına düşen, sahip oldukları ile yetinmeyip hep daha fazlasını isteyen, hak ve özgürlükleri sadece kendisi için isteyen AKP, MHP ve yandaşlarının eliyle bu coğrafya bir savaş durumuna sürüklenmiştir.
Bu savaş durumunun en önemli sonucu ise açgözlü bir şekilde her şeyi isteyen, kendi dışındakilerin hak ve özgürlüğünü tanımayan mevcut iktidarın tüm sahip olduklarını da kaybedecek bir noktaya gelmesidir.
Bugün iktidarda olanların kendi sebep oldukları bu doğa/savaş durumunda bekleyen yaşam, Hobbes’un o ünlü tanımında olduğu gibi “yalnız, zavallı, berbat, zalimce ve kısadır.”
Bu savaş durumundan çıkış ise, hakları ve özgürlükleri güvence altına alacak, toplum içindeki çoğulluğun barış içinde özgürce ve eşit bir şekilde yaşamasının yolunu açacak yeni bir toplumsal sözleşmedir.