Türkiye çöküşte, halklar arayışta!
Demir ÇELİK yazdı —
- Gelinen noktada mızrak çuvala sığmaz olmuştur. Halklar, inançlar ve ezilenler bu ırkçı, şoven ve faşist zihniyete karşı demokratik, adil ve özgürlükçü bir yaşam için ayaktalar.
Bir yıl sonra hem Lozan Antlaşması’nı hem de Türk ulus-devletinin kuruluşunun yüzüncü yılını geride bırakmış olacağız. Birinci Dünya Savaşı sonrası Wilson prensipleri ile yol verilen ulus devletler, toplumların çoklu kimlikleri ve çoklu kültürlerine tekçiliği dayatarak homojen uluslar oluşturmaya kalkıştılar.
Türk ulus devleti de Müslüman halkları kendisine yedekleyerek; Kürt Êzîdîleri, Ermenileri, Asuri-Süryanileri ve Rumları Müslüman olmadıkları, kafir oldukları propagandası ile soykırımdan geçirdi.
Fakat devlet için iş bitmiş değildi. Suç pratiği ulus devletin bekası için devem etmeliydi. Çünkü Türk olmayan Kürtler ile Türk ve Müslüman olmayan Kürt Alevilerin varlığını devlet bitmemiş görev addederek; bu kesimlere dönük yüzyıl boyunca inkâr, katliam, soykırım ve asimilasyon suç pratiğinde ısrarcı oldu.
Şark Islahat Planı ve Takriri Sükûn kanunları Kürtlere ve Alevilere karşı yüzyıl boyunca değişen hükümetlere ve iktidarlara rağmen değişmeyen uygulamaların yasaları olmuştur. Darbeler birbirini kovalayacak, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl devrede olup, beş yılda bir MGK’nin siyaset belgesi ile hükümetlere ve iktidar odaklarına yol haritası dayatılacaktır.
Türkiye’nin çoklu kimliklerine ve çoklu kültürlerine saygı gösterileceğine, herkese Türk, herkese Sünni İslam ırkçılığı dayatılır. Bunun sonucu olarak barış yerine savaş, aşk ve sevgi yerine kin ve nefret, ortak yaşam yerine toplum kesimleri arasında düşmanlık körüklenerek kesimler birbirinden uzaklaştırılır.
Ayrıksı ve parçalı pozisyona düşürülen ezilenlerin, yoksulların ve emekçilerin mücadele direnci zayıflatılmış, mutlak iktidarlarını sürdürmeye bakmışlardır.
Kürtlere, Alevilere, kadınlara ve bir bütün ezilenlere karşı konumlanan devlet, bu kesimlere karşı hem devletin zor ve ideolojik aygıtları ile saldırmış, kesimleri katliamlardan geçirmişlerdir. Bununla da yetinmeyip toplum ve uluslararası kamuoyu nezdinde yıpranmamak için kirli işlerini kendisine bağlı mafya, çete ve paramiliter güçlerine yaptırmış, yüz yıllık suç pratiğinde sınır tanımamıştır.
Gelinen noktada mızrak çuvala sığmaz olmuştur. Halklar, inançlar ve ezilenler bu ırkçı, şoven ve faşist zihniyete karşı demokratik, adil ve özgürlükçü bir yaşam için ayaktalar.
Kürt mücadelesi karşısında yeniden dizayn edilmek istenen ulus devletin ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kötülük üretmeye devam ederken, derin bir ekonomik ve siyasal kriz ile Türkiye halklarının ve inançlarının geleceği karartılıyor.
Savaşta ısrarın neden olduğu yoksulluk, yolsuzluk ve Anayasasızlık halinin toplumsal altüste gebe olduğu bir süreçten geçmekteyiz.
İnsani yaşam endeksinde 189 ülke arasında Türkiye 54. sıraya gerilemiş. Yolsuzlukla mücadelede ise 180 ülke arasında 96. sırada. Yoksullukla mücadele sıralamasında 180 ülke arasında 154. sırada.
Yüzbinlerce siyasi tutsak, milyonlarca KHK’lı emekçi ve milyonlarca soruşturmalık vatandaşın daha geri seviyelere düşeceği de kesin gibi. Gençlerin %72’si gelecekten umudunu kesmiş. Binlerce bilim insanı, binlerce aydın, gazeteci ve yazar ile onbinlerce siyasetçinin sürgün ve zoraki göçertilmişliği... 2022 asgari ücreti 4.250 TL iken açlık sınırı 4.500 TL. dir. Onca şaşaaya rağmen artırılan asgari ücretin açlık sınırının gerisinde kaldığı Türkiye’ de, 16 milyon insan açlık sınırında, 46 milyon insan ise yoksulluk sınırında ve geleceğe güven içinde bakamamaktadır.
Toplumun %64’ünün etnik, cinsel, inançsal ve düşünce ayrımcılığına maruz kaldığını söylediği Türkiye’de, yukarıda sıralanan sonuçları da göz önünde bulundurduğumuzda ağır bir ekonomik kriz ile birlikte siyasal ve toplumsal istikrarsızlığın bir devrimci duruma işaret ettiğini görmemiz gerekiyor. Bu anlamda sorun seçimle aşılacak bir sorun olmaktan çıkmıştır.
Türkiye’ de yaşayan halkların, inançların, ezilenlerin, emekçilerin ve yoksulların ekonomik, demokratik, siyasal, kültürel, inançsal ve düşünsel ihtiyaçlarının doğrudan karşılanması sorununa evirilen bir toplumsallık söz konusudur. Tekçi, katı merkeziyetçi ulus devlet ve onun yeni dizaynı olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bu meşru ve demokratik talepleri karşılayamadığını, darbelerin yol verdiği parlamenter sistemin de karşılamadığını en azından 1950’den bu yana Türkiye halkları nice ağır travmalarla öğrenmiş bulunuyor. Bu anlamda 12 Şubat günü yan yana gelecek olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne karşı olan parti liderlerine hatırlatmak isterim ki, yaşanan siyasal ve toplumsal istikrarsızlığın temel nedeni inkârcı, katliamcı, asimilasyoncu ve tekçi ulus devlet zihniyetidir. Bu zihniyeti çoğulculuğa eviremediğinizde, çokluk içinde ortak yaşamı var edemediğinizde, ne ekonomik krizi aşabilirsiniz ne de siyasal ve toplumsal istikrarsızlığın önüne geçebilirsiniz.
Yüzyıldır bize yaşattıklarınızdan çıkaracağınız temel ders Kürtlerin, Alevilerin, kadınların ve ezilenlerin varlığının hakikatini kabullenmek olmalıdır; inkârcı, katliamcı, asimilasyoncu zihniyetten vazgeçmek demokratik, adil, eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyasal sistemde devletin tüm kimliklere, tüm inançlara, tüm düşünce ve eğilimlere karşı kör sağır olmasını sağlamak yapılması gereken asgari iştir.
Güvensizliğin ve güvencesizliğin hat safhada yaşandığı bu süreçte, devletin bekası için ötekileri yok hükmünde görme ısrarından vazgeçmenizi, varlığımıza, kimliğimize, inancımıza ve düşüncemize saygı duyma ile işe başlamanızı öneririm. Ötekisi lafı güzaf olur...